STRESLE İLETİŞİM
Yıllardır stresten kurtulmak isteriz ancak yıllardır da stres hayatımızın odak noktasındadır.
Stresten uzaklaşmak için çokça eğitim ve çalışmalara katılmışızdır, tabiri caizse uzun süredir stresi yönetmenin hayalini kurarız. Ancak maalesef stresten uzak bir hayatın hayali aslında fantaziden çok da farklı bir durum değil. Çünkü bugünün dünya düzleminde bu mümkün değil!
Neden?
Öncelikle stres derken neyi kast ediyoruz oradan başlayalım;
Kelime anlamı ile; “Olanın, olmasını istediğimizden farklı gerçekleşmesi halinde yüklediğimiz anlam.” olarak ifade buluyor. Genelde olanın, istediğimizden farklı gerçekleşmesini tehdit olarak algılarız ve o durumda amigdala devreye girer, duruma kaç – savaş ya da don tepkisi ile bilinçsizce alışkanlıklarla karşılık veririz. Yani stres tepkisi veririz.
Buna göre, bilinmezlik içeren durumlar stres olarak tanımlanıyor diyebiliriz. (Beklentimin dışında gerçekleşen bilmediğim durumlar.) O zaman hayatın kendisi zaten en başından itibaren stres! Çünkü yarın hatta bir saat sonrasında bile ne olacağını bilmiyoruz. Sadece tahmin edebiliyoruz ancak aslında hiçbir zaman gerçekten bilmiyoruz yani hayatın kendisi tam bir bilinmezlik dolayısıyla hayatın kendisi “stres”. Bu durumda stressiz bir hayat hayali çok da anlamlı olmuyor, değil mi ?
Stres aslında gerçek bir tehdit durumunda bizi korur ancak mesele şu; çok fazla stres tepkisi yaşam kalitesini düşürüyor.
İkinci olarak neden “İletişim” diyoruz oradan devam edelim;
İletişim kuramadığımız her durumu ya da duyguyu uzun süre farkında olarak-olmayarak sırtımızda yük olarak taşıyabiliriz. Ancak İletişim kurabildiğim sürece çözüme gidebilme, dönüştürme fırsatını yaratabilirim. İletişim kurabildikçe, ilgili durumun yarattığı duyguyu kendimden bir anlamda ayırmış oluyorum.
Dolayısıyla stres dediğimiz zor durum ve duygularla “iletişim kurabilmek”, alışkanlıklarla bilinçsizce tepkisel davranmaktansa, neyi neden neden yaptığımı bilerek “cevap verir” hale gelmeyi içerir.
Bu noktada Byron Katie’nin ifadesiyle;
“Acı çekmek tercih meselesidir.” Ve “Stres veren bir duyguyu hissettiğimizde, bilincinde olsak da olmasak da, belirli bir düşüncenin bu tepkiyi yarattığına emin olmalıyız. Stresi sona erdirmenin yolu arkasındaki düşünceleri incelemekten geçiyor ve eline bir kağıt-kalem alan herkes bunu yapabilir.”
Bu noktada ek bilgi olarak paylaşmamız gerekirse, bilimsel olarak önce düşüncenin, ardından o düşüncenin yarattığı duygunun oluştuğu ifade edilmektedir.
Ancak o zorlayıcı duygunun altındaki düşünceyi sorgulamadan önce, o duyguya izin vermemiz gerekiyor. Yani ona kucak açmak; ondan kaçmadan, onunla savaşmadan, var olmasına izin vermek.
Mevlana’nın “Misafirhane” şiiri bu süreci öyle güzel mısralara döker ki;
Misafirhane
İnsan kısmı bir misafirhane,
Her sabah yeni birisi gelir.
Bir sevinç, bir bunalım, bir zalimlik,
aniden gelen farkındalık..
Hepsi beklenmedik misafir.
Hepsini karşılayıp ağırla!
Evini vahşice silip süpürerek
tüm eşyalarını boşaltan
bir kederler kalabalığı bile gelse.
Yine de her gelene misafirperver ol.
Belki de yeni bir mutluluğa yer açmak için boşalttılar evini.
Karanlık bir düşünce, utanç ve garez,
Hepsini gülerek karşıla kapıda ve buyur et içeri.
Minnettar ol her gelene
Kim gelirse gelsin.
Çünkü bunların her birisi
Öte taraftan bir kılavuz
Olarak gönderildi.
-Mevlana-
Burada zor duyguları yoğun bir dramatik hal içerisinde karşılayıp kabul etmek değil aksine onlarla farklı ve yeni bir ilişki kurmaya başlamaktan bahseder.
Nasıl ki kapımıza gelen her misafiri çok sevmeyebiliriz, aynı onun gibi keyifsiz duygu ve düşünceleri de ‘’sevmemiz’’ gerekmiyor.
Ve aynı zamanda kapımıza gelenden hoşlanmıyor olsak da suratına kapıyı çarpmayız.
Her misafire nezaketle davranır, içeri davet eder, kalmak istedikleri kadar kalmalarına izin verir ve gitmeye hazır olduklarında da gitmelerine izin veririz.
İşte zihinlerimize gelen misafirlere de aynı bu şekilde davranabilmemiz mümkün mü?
Zor duyguları itmektense, “onları karşılamak” zor deneyimlerden kurtulmanın anahtarı olabilir.
Burada altını çizmek isterim ki; mesele bize yöneltilen bir tehdit varsa ona izin vermek değil, bizim kendi duygularımıza izin vermemizdir.
İlk adım olanı olduğu gibi net görebilmeye izin verebilmek.
Eğer bir şeyler korkunç halde yanlışsa, aksiyona geçmemiz de gerekebilir.
Öyleyse Zindel Segal’ in ifadesiyle devam edersek öncelikle;
“Yaşamlarımızda olumsuz duyguların var olmasına izin vermek.”
Bunu yapabilir misiniz? Olumsuz duyguları fark ettiğinizde, ondan kurtulmanın yollarını aramadan, kaçmadan, savaşmadan sadece var olmasına izin verebilir misiniz?
Ve sonrasında nasıl hareket edilmeli?
Dr. Suzan David’in “Duygusal Dayanıklılık” başlığı ile maddeleştirdiği yol haritası tam da bu noktada devreye giriyor:
Duygularını tanımla
- Duygularınla kavga etme, duygularını kabul et.
- Duygularının dışına çık. Objektif alandan kendini gözlemle ve bir satranç tahtasına bakar gibi tüm olasılıkları gör.
- Değerlerine göre harekete geç. Bir duygudan ayrıştığında sis perdesini kaldırırsın.
Deneyimle Kalın,
Sevgilerimle
Ayçin Teker
Profesyonel Koç, ACC